Her ne kadar Batman Başlıyor, iyi yazılmış, iyi yönetilmiş, iyi oynanmış, iyi kurgulanmış bir film gibi görünse de, belirttiğimiz –ya da belirtmediğimiz- bu “iyi”likler, bir batman uyarlamasını, batmanseverler gözünde iyi bir film yapmaya yetmeyebilir. Batman Başlıyor, bildiğimiz, her yıl birkaç iyi örneğini gördüğümüz, orta yada yüksek bütçeli, bir karakter dramı tarafı da olan, ortalamanın üzerinde teknik işçiliğe sahip aksiyonlardan pekte farklı bir film değil. Birçok sinemaseverin bu uyarlamayı sevmesi, başarılı bulması gayet normal. Tıpkı, genel sinema seyircisine kılavuzluk etme görevini üstlenmiş birçok eleştirmenin fikri gibi. Çünkü bu film, birçok başarılı benzeri gibi, günümüz sinema zanaatının içerdiklerini, günümüz sinema teknolojisinin olanaklarını gayet verimlice kullanan, eli yüzü düzgün bir film. Çoğu zaman bu cümle, karşımızdaki filmi başarılı bulmamıza, sevmemize yeterli olur. Ancak Batman yada yine benzerleri gibi bir uyarlama olan hatta belirteceğim açılardan benzerlik gösteren örnekler olarak yeniden çevrim, devam filmi gibi, göbekten başka bir şeylere bağlı bir film olarak ise olamaz.
Batman Başlıyor, çok zor bir proje. Hem bir yazar, hem de bir yönetmen için. Hani, teklif edildiği takdirde ret etmek için Spielberg (“artık izleyenleri değil, kendimi tatmin edecek filmler çekmek istiyorum” diyen bir yönetmen olarak) olmanın gerektiği bir proje belki ama “siz kaygılanmayın, ben en iyisini yaparım!” denmesinin de çok zor olduğu bir iş. Bir kere, çok başarılı olan ve bir kez de (Frank Miller gibi gerçek bir sanatçı tarafından) başarılı bir güncelleme geçirerek günümüze miras bırakılmış bir çizgi romanın uyarlaması. İkincisi Tim Burton gibi çok başarılı bir yönetmenin çektiği başarılı iki Batman uyarlamasının devamı. Üçüncüsü de, çizgi romanın ve ilk iki bölümün başarısını gölgelemiş, gerçekten çok kötü iki bölümün de (olmasa da mecburen) devamı aynı zamanda. Yapılırken çok fazla şeyi dikkate alması gereken, çok fazla incelik barındırma yükümlülüğüne sahip bir film. Bunlara ek olarak ta üzerine çok şey yazılmış, çizilmiş, çekilmiş, söylenmiş olması sebebiyle, nasıl desek, biraz “baymış!” bir içeriğe sahip aslında. Bundan dolayı da kendisine has birçok farklılık, bir özgünlükte sunması gerekiyor.
Bu gereklilikleri görme mecburiyetinde olan yapımcılar da, sorulara cevap verebilecek bir kadro oluşturmaya çalışmışlar haliyle. Hemen herkesin görevini hakkıyla yerine getirmiş olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Ancak, teknik üstünlükler yanında yönetmenin bayağı bir özgünlük barındırması gerekiyor ki bu açıdan Nolan, gayet yerinde bir tercih gibi görünse de, Batman Başlıyor’u çekmek için gereken bir başka özellik olan “çizgi romancı ruhu”nu barındırmıyor ne yazık. Bu eksiklikte, bir tavır sorunu yaşatıyor filme. Açıklayacak olursak;
Kostümlü bir kahramanı olan bir çizgi roman uyarlaması yönetiyorsanız, ister istemez gerçekliği bir ölçüde esnetmeniz gerekir. Mutlaka bu esnetmenin ölçüsünü kahramanınızın kimliği belirler ama bu her durumda kaçınılmaz bir gerekliliktir. Örümcek Adam, X Adamlar, Süpermen, Hulk, zaten insanüstü güçlere sahip oldukları için gerçekliği umursamazlar. Batman ise, bizim her gün göremeyeceğimiz yada tokalaşamayacağımız biri olsa da normal bir insandır ancak, ondan da, diğer anormallerden beklediğimiz şeylerin benzerlerini bekleriz. Buna hakkımız da vardır çünkü Batman, ben şuyum yada buyum demeden, hizmetlerine bir şart koşmadan damlara çıkmış ve kötülere karşı savaş açmıştır. O bunu istemişse biz zaten dünden razıyızdır. Bu razılığı büyük ölçüde kendisi sağlamıştır aynı zamanda. O ürkütücü kostümü seçmesinin sebebi, kötü adamların, onun kim ve ne olduğunu anlamalarını engellemeye çalışmasıdır. Giydiği kostümün görevi, sadece içindeki kişinin kimliğini gizlemek değil, içerdiklerini de gizlemektir. İnsan nasıl ki bilmediğinden korkuyorsa, Batman bu korkunun üzerine gitmiş, her zaman düşmanlarına karanlıkların içinden saldırmış ve onu tanımamızı engellemiştir. Buna göre biz, kahramanlara ihtiyaç duyan normal insanlar, onun “ne” olduğunu nasıl ve neden umursayalım?
İşte Tim Burton bu belirttiğimiz, gerçek insanın gerçeküstülüğü gerçeğini, şaşılacak biçimde sunmayı başararak iki Batman bölümüne hayran kalmamızı sağlamıştır. Bunu da iki yolla yapmıştır: 1- Bu normal insanın, hizmetini sunarken kullandığı hemen her şeyi (araç, alet edevat, mağara, kostüm, uçak,...) bizim benzerini görmediğimiz tasarımlarla sunarak. Yani kahramanımızın sahip olduklarını biz ne görmüşüz, ne duymuşuz. En azından filmdeki halleriyle. Teknolojinin, paranın bunları imal edebileceğine ikna oluyoruz ama bize çok uzak şeyler bunlar. (tıpkı düşmanlarınınkiler gibi. Uzun namlulu silah, tokalaştığı kişiyi yakıp kavuran bir herneyse, sırıtkan surat, dev sarı ördek, silah ve helikopter olabilen şemsiyeler,....) Bu gerçek dışı takım taklavat tercihi ve özellikle bunların sayesinde gerçekleşen eylemler, izlediklerimize gerçek dışı bakmamızı şart koşmuş oluyor. 2- (ve daha önemlisi) Fantastik yapım tasarımı, kostümler ve görsel yapı. Tamamı bir dekoru andıran, beş-altı metre genişliğindeki ana caddeleriyle, iki metre genişliğindeki ırmaklarıyla, hiçbir işlevselliği olamayacak sokak lambalarıyla, abartılı biçimde biçimlendirilmiş, ışıklandırılmış ve aslında gereksiz reklam panolarıyla, hepsi özellikle şekillendirilmiş birer tipleme olan, işlevsellikleri sadece hikayedeki rolleri dahilinde olan sakinleriyle, aslında bir fantezi diyarı olan Gotham City ile.
İşte Burton, yönettiği iki Batman uyarlamasında, sık sık genel çekimlerle, geniş açılarla, yükseklerde konumlandırdığı ve çoğu genel çekimde hareket ettirdiği kamerasıyla Gotham City’yi bir tiyatro sahnesi gibi sunuyor, resmettiklerine fantastik bir yapaylık, gerçek dışılık katıyordu. Ki bunlara gayet aşina bir sinemacı olarak hiçte zorluk çekiyor gibi görünmüyordu. Dekorlar, kostümler, tiplemeler....
Özetleyecek olursak, Batman bildiğimiz bir insandı ama sahip oldukları, yaşadığı yer, çevresindekiler, savaştığı kişiler, gerçek değildi. Tim Burton, kendisini gerçek kıldığı kahramanının dışındaki her şeyi, fantastik bir renge boyayarak ihtiyacı olan çizgi roman ruhunu, insanüstü kahramanları merkeze alan hikayelerin ihtiyaç duyduğu insanüstülüğü yakalamıştı. Bundan dolayı biz izleyiciler, Batman’i Ve Batman Dönüyor’u izlerken, onun gerçek bir insan olduğunu biliyor, onu anlıyor ama izlediğimiz filmi, bir fantastik film olarak algılıyorduk, kabul etmek için bir engel görmüyorduk. Bunu sağlayan ilk iki şey belirttiğimiz sanat yönetimi, Burton’un kamera kullanımıydı. (Bir üçüncü madde olarak sunabileceğimiz şeyse, Danny Elfman’ın besteleridir muhtemelen)
İşte Nolan, fantastik renge boyanmış Batman’in doğal rengini bize göstermiş, kadraja aldığı her şeyi açıklamış, bildiğimiz halinin öncesini resmetmiş ve istediğimiz, beklediğimiz, ihtiyacımız olan ruhu silip atmış oluyor bu durumda. Geriye kalan da aksiyon oluyor.
Ki zaten, Amerikan çizgi romanı, hemen her zaman kahramanlıkla, kahramanlarla beslenmiş bir arenadır. Bu, her anlamda bir gerçeküstücülüktür ancak Batman, bir Amerikan çizgi romanı karakteri olsa da gerçek bir insan olmasıyla fark yaratır. Ama okuyucunun talep ettiği gerçeküstü tavrı da es geçmez, bunu, zenginliği ve elitliğiyle ve bu konumunun kendisine sağladığı olanaklar sayesinde sağlar. Diğer Süper kahramanlar ya bildiğimiz şehirlerde yaşarlar yada en azından bildiğimiz şehirlerle “tutarlı” görünümdeki şehirlerde, Batman ise hayali bir şehirde. İnsanüstü özellikleri olan kahramanların hepsinin ikinci bir özelliği, insanlara yakınlıklarıdır. Peter Parker fotoğrafçıdır. Clark Kent muhabirdir. Bruce Banner bir üniversite öğrencisi/araştırmacıdır. Logan ise bir serseridir. Serserilere sataşır. Ya da benzerleri ona. Hepsi insan üstü özelliklere sahiplerdir ancak insanlarla iç içedirler. Batman’se insanüstü değildir ama öyleymiş gibi davranır/yaşar. Bu yaşamını inandırıcı kılan şeyse bir fantezi diyarında yaşaması ve bu fantezi diyarının içerdiklerini kullanmasıdır.
Nolan’ın tercihlerine dönecek olursak, örneğin Gotham hiçte bildiğimiz Gotham’a benzemiyor. Bu fikri doğrularcasına Neeson’ın ağzından Gotham’ın ismi Roma ve İstanbul’la birlikte anılıyor. Olduğundan biraz daha karanlık Los Angeles yada New York gibi bir şehir olmuş. Kötü adamların hiçbir kötülüğü yok bir bakıma. Onlar da bildikleri yolla iyiliği arıyorlar. Mafya patronu, hemen her filmde görülenlerden farksız. Yani bütün bir polis teşkilatının başa çıkamayıp ta Batman’in tenezzül edip mağlup etmeye çalışacağı biri değil ki (gerçi bir nev’i egzersiz oluyor ama, yinede…). Kendisi zaten normal biridir tabi ama parasının satın aldığı, Batman’i zorlayacak bir şeyi yok yani. Garip bir silah, güçlü bir yardımcı gibi. Şu dayaklık psikiyatrist, işin bilimsel olanaklarıyla yararlanıp biraz ürkütücü bir yöntem bulmuş belki ama onunki de bir atımlık silah oluyor. Çünkü rakibi, bilimin son noktasını emrine almış biri ne de olsa. Buna göre işin karakter yazımı tarafı, belirttiğimiz açıdan tatmin edici değil.
Senaryoya genel olarak bakacak olursak ta karşımıza çıkan tablo yine negatif özellikte. Kötülerin şehri yok etme yolları da işi uzattıkça uzatıyor, Batman’i de bir dedektife çeviriyor neredeyse. İlaç şehir suyuna katılacak, bu suyu buharlaştıracak makine çalınacak, vs. vs. Batman’in Ethan Hunt yada James Bondvari sorunlara ihtiyacı yok. Ve hiç olmadı zaten. Batman’in ihtiyacı olan şey kendisi gibi garip karakterdeki düşmanlar. Ve ortaya çıkan sorunların kaynağı hep kötü adamların garip karakter ve istemleri. İrdelenecek olan şey, bu istemlerin gerçekleştirilme yolları değil, ortaya çıkma hikayeleri. Bir mafya babasının mali hesapları yada kasıntı bir psikiyatristin yolunu bulmaya çalışması değil. Kendi hocasının misyonu hiç değil çünkü Batman yalnızlığı seçmiş bir karakter. Yani, kendisine bu gücü ve sahip olduklarını kullanma yetisini veren kişiyle, düşman olmak zorunda kalmanın ortaya çıkaracağı düşünsel boyut, hiçte Batman’a göre değil. Gerçi bunu söylerken, Bruce Wayne bunları düşünecek yada önemseyecek biri değildir demek istemiyorum. Batman’de bir insandır, her insanı duyguyu barındırır ama Batman olgusu, bunları kucaklayan bir içeriğe sahip değildir. Ailesinin ölmesiyle kötülere savaş açmıştır, o kadar. Bunu da fazla irdeleyemeyiz izleyiciler olarak çünkü o zaten onu anlamamıza kulak asmaz. Ona hak vermemizi de umursamaz. Ancak onun kadar yalnız, karizmatik, elit ve öfkeli olursak bu mümkün olur.
Yani...... Batman Başlıyor, içerdiği hemen hiçbir ayrıntıyla Batman ruhunu, hissini yakalayamıyor, hissettiremiyor. Ama başta da belirttiğim gibi; bunlar, onu kötü bir film yapmıyor. Sadece uyarlanamamış iyi bir film yapıyor. İşte kimine göre bu “kötü film”dir . İyi’yi özellikle belirtiyorum ki, bu, uyarlanmayan ayrıntıların tercih edilme sebepleri birçok açıdan Batman Başlıyor’u diğer tüm Batman uyarlamalarından daha iyi bir film yapıyor. Başka bir açıdan. Bir uyarlama olduğu görmezden gelinirse...
Bir kere gerçekten işin karakter dramı tarafı çok iyi ve doyurucu. Bruce Wayne’nin nasıl zengin ama yalnız bir milyarder ve ötesinde Batman olduğunu en ince ayrıntısına kadar resmediyor. Yukarıda, bu tercihin, Batman ruhuna ters düştüğünü iddia ettim ama “bir sinema filmi” ruhu olarak ise çok yerinde bir tercih. Bruce’un çıktığı yolculuk gerçekten uzun ve meşakkatli. Aldığı fiziksel ve ruhsal eğitim çok güçlü. Hatta bu eğitimden önce, alıp başını gitmesi bile şaşırtıcı ve takdir edilesi bir misyon içeriyor. Suçluyu, suçu tanımak.
Filmin teknik işçiliği de çok iyi. Tasarımlar çarpıcı ve o oranda inandırıcı. Batman kostümü bence şu ana kadar çizilmişlerin en iyisi. Batmobil, diğer alet ekipman... Hem çok iyi çizilmişler, hem de çok işlevsel ve inandırıcılar. Ki bunların kaynağı da gözümüzün önünde. Burton’un uyarlamalarındaki tasarımlar da çok iyiydi o gün için. Hala eski yüzlü durmuyorlar, hala estetikler ama işlevsellikleri ve inandırıcılıkları gerçekten –çoğu zaman- rezaletti. Batmobil, çarşı içinde 20 km’saat hızla gidip Joker’in adamlarını harcıyordu. Sağından solundan abuk subuk ipler, teller çıkıyordu. Roketler, makinalı tüfekler vs. Dar sokaktan geçmek için Batmobil’in incelmesine ne demeli? Bu açılardan bakarsak ilk Batman uyarlamaları birer aksiyon filmi olarak, birer kavga dövüş filmi olarak çok kötüydü. Normalde pelerin olan kanatlar, bir iki çekimde lap diye açılıyordu örneğin, Bruce binadan aşağıya süzülüyordu belki ama hiç estetik ve inandırıcı değildi bu çekimler. İşte Batman Başlıyor’da tüm bunlar, oluyormuş gibi görünmüyor, gerçekten oluyor. Ve çok estetik biçimde. Birçok kişi bu aksiyon inandırıcılığını gerekli bulmayabilir. Yani “gerçekten uçmuyo ki canım zaten!” gibi bir açıklama sık sık duyarız ama bence görsel inandırıcılık çok önemlidir ve filme olan bakışınızı büyük ölçüde etkiler. İşte yukarıda belirttiğimiz, gerçekçi olmayan alet edevat konusuna bir örnekte Batman’in sahip olduklarıdır.
Oyunculuklar konusunda söylenecek ilk şey şu. Başrol olan erkek ve kadın oyuncu arasında, bu kadar farklı bir oyunculuk seviyesine hiç rastlamıştım. Bale, çok iyi oynuyor, Holmes ise çok kötü. Bale’in gerek fiziksel özellikleri, gerek yüzü Batman’e cuk oturmuş. Oyunculuğunun da zaten gayet iyi olduğunu düşünmemiz için Amerikan Sapığı ve Makinist gibi (aslında bence en iyisi Güneş İmparatorluğu’ndaki oyunculuğudur) iki sağlam kanıtımız var. Bence Bale, birçok açıdan Kaeton’dan dahi daha iyi bir Batman olmuş ve çok iyi oynamış. Ancak Katie Holmes, bu kolay bir rol için bile çok kötü oynuyor. Özellikle duygulu olmaya çalıştığı anlardaki yüzü inandırıcılıktan çok uzak. Yıkıntılar arasındaki “sevdiğim adam” sekansındaki hisli bakışı ve var olamayan mimikleri öylesine “trip” ki, Nolan’ın bunu tekrarlamaması ve o haliyle kurguya dahil etmesi inanılmaz. Michael Caine, Alfred rolünde çok iyi. Özellikle, Bruce ile fikir ayrılıklarına düştüğü ve fikrini söylemekten çekinmediği halde ondan asla vazgeçmemesi tartısını çok iyi ayarlamış. Hem şefkatli bir baba, hem de haddini bilen bir hizmetçi imajını çok başarılı çizmiş. Liam Neeson, Morgan Freeman, Tom Wilkinson, Ken Watanebe rollerinde başarılılar ama bu başarıları, oyunculuk güçlerinden çok, karizmalarında. Son olarak Gary Oldman’ı böyle bir rolde görmek iyi olabilirdi ama karakterine biraz daha yer açılsaydı. Tabi bunun yapılmamış olması gayet mantıklı bir tercihken, Oldman’ın bu rolü neden kabul ettiğini anlamak zor. Belki de, öyle sunulmasa da, şehri kurtaran karakteri oynamayı istemiştir. Kim bilir?
Senaryonun muhtelif yerlerine üzerine düşünülecek replikler, eylemler serpiştirilmiş olsa da hemen hiçbiri daha önce irdelenmemiş yada bir Batman uyarlamasında karşılaşılması beklenmeyen şeyler olmadığı için çok önemli görünmüyor. Örneğin, suçun bu seviyelere gelmiş olmasının sebebi, suçlulara gösterilen merhamet midir? Yani bir adalet savaşçısı, aynı zamanda bir cellat olmalı mıdır? İntikam, bir kahraman için yakıt mıdır yoksa fren mi? Ve benzerleri ama bu sorular, bir şeyleri bir yerlere yönlendirmekten başka amaç gütmüyor ki film, hemen her soruya kendince bir cevap veriyor. Bu tip bir film için de olması gereken budur belki de....
Özetle, bir uyarlama olarak fazla yarasa ruhu barındırmayan, insanı alıp Gotham’a götürmeyen ama keyifle izlenen bir Batman uyarlaması bu. Şunu söylemek lazım ki, insan üstü olmayan bir kahramandan nasıl bedensel faaliyetlerle sergilenen büyüleyicilik beklemiyor, kadrajlarını işgal ettiği filmden görsel büyüleyicilik bekliyorsak, Nolan bu denklemi değiştirmeyi amaç edinmiş gibi görünüyor. İkisini bir arada bulmak içinse, yeni bir Spielberg’e ihtiyaç duymak garip karşılanmasa gerek. Çünkü bu tip yapımlar için yönetmenin içermesi gereken sıfat iyi, muhteşem, üstün vs. değil. Karakterin ve senaryonun gerektirdiği görselliği oluşturma. Çünkü, bedensel faaliyet ihtişamını Batman’dan çok daha iyi sergileyen kahramanlar yıllardır perdeleri, player’ları meşgul ediyor zaten.
30 Ağustos 2007 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder