İngilizce bir kelime olduğu halde dilimizde sıkça kullanılmaya başlanan –action- aksiyon kelimesiyle öyle sanıyorum ki sinema filmlerinin katkısı ile tanıştık. Hatta tanışmakla kalmadık, bu kelime günlük hayatımıza sızarak dilimize sakız olalı uzun yıllar geçti. Artık kast ettiği anlamının yerine bu kelimeyi kullanmayı tercih ediyoruz: Aksiyon. Hatta “ekşın”!
Tabii aksiyon, sinemada başlı başına bir tür teşkil ediyor. Üstelik gayet haysiyetli örnekleri, yönetmenleri, aktör ve -yakın zamandan sonra- aktrisleri hatta teknik ekipleri –tel üstadları yada kareograflar gibi- bünyesinde barındırabilecek kadar güçlü ve büyük bir tür. Aslında bu cümleyi doğruluğuna inanarak kullanmıyorum. Sinema dünyasına bakıyorum ve bunları görüyorum. Bence sinemada aksiyon diye bir tür yok. Daha doğrusu bir tür olarak var ama, ilkokul fen yada – tam olarak hatırlayamıyorum- sosyal bilgiler derslerinde ilk kez duymuş olabileceğimiz, aslında jeolojinin ilgilendiği “başkalaşım kayaları” benzeri bir tür olarak var. Evet öyle bir tür –kaya- var ama kökenine gittiğinizde öyle bir tür –kaya- yok. Bundan dolayı sadece bir sos yada anlatım renklendirici. Mutasyona uğramış bir ucube. Bir mutant.
Kelime anlamı olarak “hareket, faaliyet” anlamına geliyor. Sinemada ise haliyle, hareketliliğiyle öne çıkan hikayelerin anlatıldığı filmler bu alana denk düşüyor. Yani bir şeyler, hızla, her yere, her yana, herkes ve her şeyle birlikte, her an hareket edebilir, eder ve ediyor bu türde. Bence bu türün tanımı bundan ibaret. Dünyamızdaki her şey, biz insanoğlunun boyutlarına ve algılama kapasitesine göre “sıfat”landırıldığına göre, söz konusu hareket, insan için büyük, hızlı, sarsıcı olmalı ki mevcut hareketler bir aksiyon yaratsın. Hani sadece bir kalemin uçması hareket olsa da tür anlamıyla “ekşın” yaratmaya yetmiyor. Çünkü bir insan elini kaldırıp bu hareketi engelleyebilir. O uçan şey bir otomobil olursa işte o “ekşın filmi” oluyor.
Belirttiğim gibi, kanımca bu kadar “aslında yok” bir tür aksiyon. Biraz daha gerçekçi olacak olursak şöyle bir tanımlama, açıklama getirebiliriz türe ve ortaya çıkışına. İnsanın duyularına ve bedensel kabiliyetlerine göre sarsıcı ve zorlayıcı boyut ve kiloda hareket içeren filmler aksiyon filmidir. Yine kalem örneğine gelecek olursam, bir kalemceğizin hareketi korku, gerilim, aşk, komedi yaratabilir ama aksiyon yaratamaz. İşte buradan aksiyonun bir tür değil, aslında bir geri vokal yada sos olduğunu çıkarabiliriz.
Ancak aksiyonu bir tür olarak görmeyişimin sebebi bu kadar basit değil tabii ki. En kısa haliyle açıklayacak olursam: Korkunun, komedinin, aşkın birer tür olarak temelinde, çıkış noktasında kendileri vardır. Ancak aksiyonun temelinde asla kendisi yoktur, olamaz. Yani;
“Temel uzaya gider” Bu hem komiktir, hem de bir “temel”dir/çıkış noktasıdır.
“Kızın içine şeytan girer” Bu hem korkunçtur, hem de bir temeldir/çıkış noktasıdır.
“Adam kıza aşık olur” Bu hem duygusaldır, hem de temeldir/çıkış noktasıdır.
“Adam kızı kaçırır”, “Binada bomba vardır”, “Çeteler savaşa hazırdır”, “Makineler akıllanır”, “Polisler ölmeye başlar”……. Bunların hepsi birer temeldir/çıkış noktasıdır ama “aksiyon” değildir.
Aksiyon, her zaman için bir fikrin hikayeye ve sonrasında bir hikayenin senaryo ve filme aktarılırken, kahramanın başına gelecek olan olayların seçilmesi anında yapılan bir tercihten ibarettir. Buna ek olarak tüm aksiyon filmleri, filmin çıkış noktası olarak tanımladığımız, “esas”la ilgilenmeye ara vererek harekete odaklandıkları an ve zamanlarda aksiyon özelliği kazanırlar. Buna göre, kendisi bir esas/odak olan ama içerisinde “aksiyon” barındıran cümle bulmak çok zordur. Bu arayışa az sonra girmeye ve ortaya attığımız iddiayı yalanlamaya çalışacağız ki, aslında birer istisna teşkil etmesi muhtemel (biri içerik –çıkış noktası-, diğeri de görsel üslup olarak) iki örnek geliyor aklıma ki herkesin aklına gelen örneklerdir bunlar.
“Bunlar”a geçmeden önce, aksiyonu diğer türlere göre farklılık yarattığını düşündüğüm için konuyu biraz açmak ve diğer türleri de konuya katmak istiyorum.
Yukarıda belirttiğim örneklere göre, aksiyona temel oluşturabilecek tüm fikir ve cümlelerin üzerine başka türler inşa edilebilir. Yani aksiyon dışında, siz kabaca filmin konusunu belirttiğinizde filmin türünü de belirtmiş olursunuz. İşte aksiyonda bu söz konusu değildir. “Adam kızı kaçırır” dan korkuya da, aşka da aksiyona da varılabilir. Tıpkı diğer örnekler gibi. Ancak o filmin aksiyon olması durumunda bunu ayrıca belirtmelisiniz.
Temelden gelim değilde temele varım olarak bakacak olursak konuya yine aksiyonun faklılık yarattığını görürüz. Bir film izledikten sonra bize iletmek istediği fikri, odak olarak kabul ettiği sorunu, ihtiyacı olan çatışmayı sağladığı sebebi ortaya çıkarmaya çalıştığımızda, aksiyon dışındaki tüm türlerde filmin genel havasına uygun yerlere varmak kaçınılmaz değil ama olasıdır. Örneğin, psikolojik gerilim filmi izlediysek, bu filmin çıkış noktasına inmeye çalıştığımızda kaçınılmaz olarak bir kişilik, kimlik, karakter sorunu ile yada bunların ortaya çıkardığı bir sorunla karşı karşıyayızdır. Birileri, bizim her gün göremeyeceğimiz kişisel özelliklerde donatılmış ve hikayenin içerisine salınmıştır. Ve bu beyinsel özellikler bir şekilde bir şeyleri tehdit eder. Psikolojinin ilgi alanına giren etkiler sonucu bir sorun vardır ve bu sorunun çözümü yine psikolojidedir.
Ancak yüzlerce kişinin bir arada birbirini öldürdüğü, otomobillerin/teknelerin yüksek hızlarda birbirine girdiği, dev binaların havaya uçurulduğu bir filmin çıkış noktasına baktığımızda, “çeteler savaşa hazırdır” cümlesini görebiliriz. Ve küçücük bir manevra ile, savaş başlamadan önce tarafların iç çatışmalarına odaklanabilir, ortaya bambaşka bir tür olan karakter dramı çıkarabiliriz. Yani, aynı cümleden yola çıkarak, aksiyonun üzerine değil öncesine odaklanarak başka bir türe dahil olabiliriz. Savaşı isteyen, savaş olması gerektiğini düşünen üyeler ile aksini isteyenler arasında karar vermesi gereken bir lideri anlatabilir, bu süreçte de lideri olduğu grupla ilgili bilinmeyen gerçekleri fark etmesini sağlayabiliriz. Ve bu kişinin idealleri ile kişisel özellikleri ve hatta birde sevdikleri arasında seçim yapmasını isteyebiliriz. Bu tip bir hikayenin çözümü, aksiyonda değildir, olamaz. Ama film aksiyon olabilirde, olmayabilir de! Bu ikilemin kaynağı, kahramanın başına neler geleceği sorusundadır.
Her aksiyon filmi kaçınılmaz olarak bir hikaye anlatır. Yada düzeltiyorum, her aksiyon filminde, karakterlerin aksiyon yaratmasının bir sebebi vardır. Ancak aksiyon filmleri, bu sebepten çok hareketin kendisine odaklanarak aksiyon sıfatını hak ederler. Eğer herhangi bir filmde aksiyonun sebebi/kaynağı azıcıkta olsa açıklanıyor, anlatılıyor ve önemli görülüyorsa o film saf aksiyon olmaktan çıkar, tamlamalı aksiyon olur. Örneğin amaç bir suçluyu/katili yakalamaksa o filmin türü pekala polisiye aksiyon olarak belirlenebilir. Çünkü hikayenin gelişiminde kaçınılmaz olarak delil toplama sekansları bulunacaktır. İşte polisiye türünün sevilen ve aranan bir motifi aksiyon dünyasına sızmıştır. Yada eğer hareketin sebebi, oğlunu kurtarmaya çalışan bir babaysa, baba sonunda ister oğluna sarılsın isterse oğlunun cesedine, karşımızda aile dramı/aksiyon vardır.
Tüm bu örneklerden de fark edilebileceği gibi aksiyon, içerisinde bir anlam, bir duygu barındırmayan, maddi bir türdür. Bu sebeple endojen özelliklere sahip olmadığı için, biçimsel özelliklerle anılmaktadır. Hatta, aksiyonun birçok alt türü, aksiyondan daha karakteristik karakterler, ayrıntılar, olaylar, sekanslar barındırır. Örneğin bir polisiye aksiyon filminde iseniz kahramanın pataklayacağı adamlar kaçınılmaz olarak önem sırasına göre dayak yerler. Asla baş kötü adam önce mat edilmez. Bu hikayenin gelişimi ile ilgili bir örnektir. Yine bu alt türe ait filmlerde baş karakter işi, hayata bakışı, hobileri, fobileri sebebiyle asla mutlu bir yuva ve aile sahibi değildir. Ailesi varsa ve karakter onlar için ölmeyi göze alıyor olsa bile bu mutlu bir aile yaratmaya yetmez. Bundan dolayı kahramanımız da hemen her zaman yalnız ve düzensiz yaşamanın zorluklarıyla başa çıkmak zorundadır ve bu mücadeleden –çoğunlukla- bıkmıştır. Evi dağınıktır, düzenli beslenemez, düzenli uyuyamaz, üstü başı pislik içerisinde olmasa da pekte pırıl değildir. Tabii ki, eşi/dost/arkadaşları da bu özelliklerine tezat teşkil etmeyecek özelliklere sahiptir.
İşte yukarıdaki paragrafla, iyice kulağı çınlamış olan Martin Riggs’i çoluklu çocuklu, sıhhatli düzenli Roger’ın evine sokarsanız ortaya kaçınılmaz olarak bir komedi aksiyon çıkar. Çünkü Riggs, evde olmadığı zamanlarda koşup atlayacaktır nasıl olsa. Burada da, yine bir alt tür olan komedi aksiyonun da kendine has bazı ayrıntılar barındırdığını görebiliriz.
Peki aksiyon? Hiçbir şeysiz aksiyon? Koşmaktan, uçmaktan, hoplamaktan, zıplamaktan başka aksiyona ait olduğu söylenebilecek bir ayrıntının var olduğunu sanmıyorum. Belirttiğimiz özellikler, türe has motifler yine aksiyonu tamlayan diğer türe ait özelliklerdir.
İddialarımı sarsabilecek istisnalara geçmeden önce belirtmek istediğim bir şey var ki; yaptığım tespitlere bakılırsa aksiyondan nefret eden, tiksinen bir sinemasever olduğum düşünülebilir. Hatta bunu düşünmek için yazıya seçtiğim başlık bile yeterli ancak fikrim hiçte bu yönde değil. Aksine aksiyonu, sinemanın vazgeçilmez bir ögesi olarak görüyorum ama bu fikrim, yazımın sonlarında derlemeyi düşündüğüm “acizlik”in nereden geldiği konusu ile kah kaynaşıyor, kah çelişiyor. Sanıyorum ki bu da aksiyona has bir maharet.
Örnekler Hız Tuzağı filmi ve John Woo’nun yönetmenliği. Bu kadar basit. Bu iki “varlık” tam anlamıyla iddialarımı çürütecek kadar güçlü giriyorlar konuya. Ancak tüm sektör kanımca bu iki savaşçıyı yalnız bırakıyorlar bu noktada.
“Otobüs 80’in altına düşünce bomba patlayacaktır” cümlesi, -yukarıdaki iddialarımın aksine- hem kendi başına bir aksiyondur, hem de temeldir/çıkış noktasıdır. Çünkü, cümle kaçınılmaz olarak hızdan ve hareketten ibarettir. Kameranın otobüsten uzaklaştığı anlarda bile, Denis Hopper’ın tuvaletten çıktığı anlarda bile aksiyon durmaz. Bu fikir, bir devrim olacak kadar doğurgan değildir belki ama –bknz devam filmi- aksiyon olgusunu filmin içerisinde her saniyesine sızdırmayı başarabilecek kadar güçlüdür. Ki, mükemmel yönetilmiş bir film olmamasına rağmen Speed, zaten çoğu ülke, sinemasever, eleştirmen, sinemacı tarafından bir başyapıt olarak görülmektedir. Onu başyapıt yapansa sahip olduğu o sarsıcı cümledir. Bir devrim olacak kadar güçlü değildir dedim, düzeltiyorum, bir devrim olacak kadar doğurgan değildir. Mesela nasıl bir filmin sonu, hiçbir anlam barındırmadığı halde ilk sekans olarak gösterilmiş, filmin sonunda ise anlam kazanmış ve tüm sinema tarihine yayılacak kadar güçlü bir “hikayeleme yöntemi” olmuşsa bu zamana sıkışmış hikaye yapısı bu derece kalıp yaratamamıştır. Benzer özelliğe sahip başka filmlerde var aklımda ancak hiçbiri pekte iyi filmler değil. Yine bir istisna olarak değerlendirilebilecek –ve kanımca neredeyse başyapıt olan- Koş Lola’da Speed’le aynı kaynaktan besleniyor ama tam olarak bir aksiyon filmi sayılmaz. Sebep? Kalem örneği….
John Woo ise, Speed’in konuya sağladığı katkının fazlasını vaat ediyor zorlanmadan. Birçok aksiyon filminde, hikaye sürer, gider, karakterler koşar, hoplar, boğuşur, sevişir, her yer patlar çatlar ama sonuç yine az önce belirttiğim hikayeye ve aksiyonu ortaya çıkaran sebebe dayanır. Daha kısa ifade ile bir aksiyon filminde, bir karakter bir yerden atladığında aklımızda, o atlayış sonucu neyin elde edileceği yada neyin elden kaçırılacağı sorusu hala önceliklidir. Ancak Woo filmlerinde bu geçerli değildir. Çünkü Woo, aksiyon anına, aksiyonun kendisine, o anda olanlara odaklanır. Yani neyin kazanılacağı yada kaybedileceği, o çekim boyunca önemli değildir, unutulmuştur. Meydana gelen olay fani dünyada 5 saniye sürecektir belki ama Woo’nun dünyasında o an dakikalara yayılıyor hissi verir. Hem yavaşlatılmış çekimlerle süre uzar, hem de aksiyonun farklı açılardan resmedilmesi çok daha doyurucu ve sarsıcı etki yaratır. İşte bu noktada, yukarıdaki iddialarımız aksine önem hikayede, sebepte, sonuçta değildir. Aksiyonun kendisindedir.
Ve, konu üzerine fikir sunma birikiminde olan hemen herkesin belirtmekten kaçındığını sezdiğim bir konu var ki, aksiyon yönetmeniyim diye bütçe talep eden tek yönetmen Woo değil elbette. Ama aksiyonu bu derece önemli kılma gücüne sahip yönetmen bence Woo. John Mc Tiernan, Kathryn Bigelow, Jan De Bont, Renny Harlin ve daha birçoğu katıksız aksiyon yönetmeni olarak anılmaktadır örneğin. Hatta hepside “iyi yönetmen” olarak kabul görmüş isimlerdir. Ama bence hiçbiri gönül verdikleri bu türü Woo gibi zirveye taşıyacak güce sahip değillerdir. Ve Woo’nun sinemasının sahip olduğu gibi kendilerine has karakteristik bir özellik sunmazlar. Aksiyonun, diğer türlere muhtaç olduğu iddiasının yalanlanmasına bu yönetmenlerin hiçbirinin katkısı yoktur. Evet, filmlerinin birçoğu iyidir, sürükleyicidir, etkileyicidir ama sağlanan etkileyiciliğin altında kaçınılmaz olarak dramatik yapının sağlamlığı, karakterlerin etkileyiciliği, hikayenin şaşırtıcılığı gibi unsurlar bir ölçüde barınmaktadır. Konuya örnek olarak, Woo’nun ilk Hollywood tecrübesi olan Zor Hedef filmi, insanın asabını bozacak kadar kötü ama yine aynı oranda izlenmesi keyifli bir filmdir. Yönetmenliği gerçekten mükemmeldir bu filmin. Kullanılan açılar, yakalanan ayrıntılar, kamera hareketleri, yavaş çekimler… Yani başka hiçbir “kötü” filmde bu kadar “mükemmel” yönetmenlik yoktur. Şimdi Woo, elindeki hikayenin kötü olduğu, karakterlerin yüzeysel ve inandırıcılıktan uzak olduğunu, hikayenin gelişiminde gereksiz bir sürü ayrıntı olduğunu bilmemekte midir? Cevap nettir: Umurunda bile değildir. İzleyin yada izlemeyin. Ben bir Woo hayranı olarak, ara ara Zor Hedefi, keyif gülücükleri eşliğinde izlemekteyim.
Ancak, MI 2 içinse tam tersi fikirler içerisindeyim. Zor hedef, Woo’nun yeteneğini, görsel gücünü kullanmak için maymuna döndürdüğü bir film. Hiçbir karakter sunumu, gelişimi yok. Fikir, duygu hiç önemli değil. Bir sonuç dahi yok. (Sonunda üç karakter de olay yerinden yürüyüp gidiyorlar, peki nereye? Sonrasında ne oluyor?) Çünkü Woo, bunlarla uğraşacağına kendi fetişlerini kullanmayı seçiyor. Kısa ifade ile filmi, görsel gücünü sergileme amacı ile istediği gibi şekillendiriyor. MI 2’de ise Woo, hikayeye ve Cruise’un oyunculuğuna hizmet ediyor. Zor Hedef’te etkileyici olan Woo’nun kendisi. MI 2’de ise gösterdikleri.
Evet, konuya dönecek olursak, “diğer” aksiyon yönetmenleri, filmlerini iyi kılarken kaçınılmaz olarak sinema sanatının “kamera ve zaman kullanımı” dışındaki duraklarına ve içeriği doldurmak amacı ile diğer türlerin şablon ve motiflerine uğruyorlar, uğramadan başa çıkamazlar. Mecburlar buna çünkü filmleri başka türlü iyi bir film olamaz. Woo’nun ise diğer duraklara ihtiyacı yoktur.
……fakat yinede kendisi, bu duraklara uğrayarak mevcut “Woo’nun yönetmenliği” olgusunu, klasik sinemanın içerdikleri ile birleştirerek ortaya eşi benzeri bulunamayacak başyapıtlar çıkarmayı bilmiştir. Hard Bolied cool karakterleri, sıkı hikayesi, sevimli klişeleri ve tabii Woo ile, Face Off ise bir eşinin değil, bir taklidinin bile yapılamayacağı kadar iyi bir film olarak mükemmel yönetilmiş, mükemmel kurgulanmış, mükemmel oynanmış, en mükemmel ve sarsıcı aksiyon sahnelerini de, en duygulu aileleri/dostlukları/düşmanlıkları da bünyesinde barındırmayı başarabilmiş eşsiz bir deneyimdir. Bu iki filmde, son yirmi yılda en iyi yönetilmiş film oscarını almış onsekiz filmden daha iyi yönetilmiş bir filmdir kanımca. İkisindeki ortak sorun –oscar bağlamında- oskar cüretkarlardan değil, haddini bilenlerden hoşlanır.
Bu kadar yergi ve övgüden sonra sadede geldim ancak esas iddia ettiğim fikrimi, “aciz”liği toparlayabileceğimden emin değilim ki, yazım boyunca bunu kısmen yapmış olmam yardımıma koşuyor. Speed ve Woo, birer tek örnek olduğu için istisna olarak saygıyla anılıyorlar. “İstisnalar kaideyi bozar” diyenlerdensiniz zaten örnekleri belirttiğim zaman yazıyı bırakmalıydınız çünkü bence bu iki örnek, günümüz sinema sektörünün haysiyetli türü aksiyonun ne ve kim olduğu sorusuna verilecek cevabı etkileyecek kadar bir pay teşkil etmiyorlar. Zaten, bu iki örneği konu dışında bırakarak buraya geldiğimi belirtmiştim. Evet, acizlik şu dur ki: aksiyon türü, ortaya iyi bir film çıkarmak için kaçınılmaz olarak diğer türlere sırtını yaslamak zorundadır. Kendi başına “çok iyi” olabilecek kadar ayrıntı, karakter, olay, görsel fetiş, kısacası sinemasal öge barındırmamaktadır. Sebep, yukarıda çok kez belirttiğim gibi kısa ve nettir: aksiyon türü, aksiyon esnasında nereye varılacağı sorunu unutturacak kadar fikir ve anlam barındırmamaktadır. Maddi, fiziksel bir tür olduğu için kaçınılmaz olarak kendi tür özelliklerini sergilemeyen bir hikayeye ihtiyaç duyar. Ve kaçınılmaz olarak tüm hikayeler bir fikir/anlam barındırmakla yükümlü olduğu için odak, hareketin kendisinden fikre kayar. İşte o anda hem anlık durum olarak, hem de bir tür olarak ekşın izlemiyorsunuzdur.
30 Ağustos 2007 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder